Airtel Uganda, Uganda’nın dijital geleceğine 37,9 milyar UGX katkıda bulundu
Uganda’nın önde gelen telekomünikasyon şirketlerinden biri olan Airtel Uganda, Uganda İletişim Evrensel Hizmet ve Erişim Fonu’na (UCUSAF) 37,9 milyar UGX katkıda bulundu.
Bu, şirketin ülke genelinde dijital erişimi genişletme ve dolaylı olarak dijital uçurumu kapatma konusundaki kararlılığını tekrar gözler önüne sermiş oldu.
Bu katkı, şirketin yıllık brüt gelirinin %2’sine denk geliyor.
“YALNIZCA ALTYAPI İNŞA ETMİYORUZ, FIRSAT İNŞA EDİYORUZ”
Yapılan katkının ardından Airtel Uganda Genel Müdürü Soumendra Sahu, şirketin vizyonunu şu şekilde açıkladı:
“Bu katkı, yalnızca bir lisans yükümlülüğünü yerine getirmekle ilgili değildir. Bu, Uganda’nın dijital geleceğine yapılan bilinçli ve stratejik bir yatırımdır. Her Ugandalının, coğrafi konumuna bakılmaksızın hızlı, güvenilir ve uygun fiyatlı iletişim hizmetlerine erişimi olduğu bir gelecek.”
“UCC ile birlikte yalnızca altyapı inşa etmiyoruz, fırsat da inşa ediyoruz. Bir öğrenciye öğrenme fırsatı, bir çiftçiye piyasa fiyatlarını öğrenme fırsatı ve küçük bir işletmeye büyüme fırsatı sunuyoruz. İşte bu ortaklık bu: Temel seviyede etki yaratmak.”
UCUSAF’IN AMACI
Evrensel Hizmet ve Erişim Fonu (UCC-UCUSAF), hizmet almayan ve yetersiz hizmet alan bölgelerde iletişim hizmetlerinin gelişmesini desteklemek için hükümet tarafından desteklenen bir girişimdir.
Bu fonlar, kırsal bölgelere geniş bant ve ses kapsama alanı sağlama, okullarda ve sağlık merkezlerinde ICT erişimini kolaylaştırma gibi amaçlarla kullanılmaktadır.
Kuantum teknolojileri Afrika’ya ekonomik fırsatlar sunuyor
Uzmanlar, kuantum teknolojilerinin yüksek altyapı maliyetleri gerektirmeden Afrika ve benzeri gelişmekte olan ülkeler için ekonomik sıçrama imkanı sunduğunu belirtti.
Fas’ın Ben Guerir kentinde Muhammed VI Politeknik Üniversitesi ev sahipliğinde bu yıl ikincisi düzenlenen DeepTech Zirvesi’nde konuşan Global Quantum Intelligence CEO’su Andre M. König ve Qubit Pharmaceuticals Araştırma Direktörü Anouar Benali, kuantum teknolojilerinin Afrika kıtası için taşıdığı potansiyeli değerlendirdi.
“KUANTUM, BÜYÜMENİN BİR SONRAKİ AŞAMASIDIR”
Andre M. König, kuantum teknolojilerini sanayi devrimleriyle kıyaslanabilecek bir kırılma noktası olarak tanımladı. Bu yeni teknolojinin, Afrika’nın yüksek altyapı yatırımlarına gerek kalmadan küresel ekonomide bir üst lige sıçramasını mümkün kılabileceğini belirten König, kuantumun büyümenin bir sonraki aşamasına geçme şansı olduğunu ifade ederek Afrika’nın bu fırsatı kaçırmaması gerektiğinn atını çizdi.
Kuantumun yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda ekonomik ve stratejik bir fırsat sunduğuna dikkat çeken König, yerel ve bölgesel pazarların bu alanda erken davranarak önemli roller üstlenebileceğini vurguladı.
Fas gibi ülkelerde özellikle fosfat endüstrisinin kuantum teknolojileriyle yeniden şekillendirilebileceğine söyleyen Andre M. König, kuantum hesaplama, iletişim ve algılama gibi alanlarda aktif olmanın kritik önemde olduğunu söyledi. Bu alanların Türkiye gibi diğer gelişmekte olan ülkeler için de benzer fırsatlar sunduğunu belirtti.
König, yerel şirketlerin ve üniversitelerin kuantum teknolojilerinin yaygınlaşmasında önemli aktörler olabileceğini şu sözlerle ifade etti: “Hackathonlar, sertifika programları ve üniversite-sanayi iş birlikleriyle kuantum dünyasına adım atmak sanıldığından daha erişilebilir.”
“BÜYÜK KEŞİFLER ARTIK SİMÜLASYONLARLA MÜMKÜN”
Qubit Pharmaceuticals araştırma direktörü Anouar Benali ise Afrika kökenli bilim insanlarının küresel düzeydeki öncü araştırmalarda aktif rol oynadığına dikkat çekti. Artık büyük bilimsel keşiflerin sadece dev laboratuvarlarda değil, gelişmiş simülasyonlar sayesinde de yapılabildiğini vurgulayan Benali, Afrika’nın bu dönüşümden geri kalmaması için hesaplama altyapısını güçlendirmesi gerektiğini belirtti.
“Afrika çok güçlü. Yapay zeka, bilgi eksiklerini kapatmamıza ve klasik simülasyonlardan öngörücü modellere geçmemize olanak tanıyor.” diyen Benali, dijital dönüşümün temel adımının, önce bölgesel sorunların tespit edilmesi ve ardından klasik hesaplama ve algoritmalar yoluyla çözüm üretmek olduğunu söyledi.
Kuantum programları oluşturmak isteyen üniversitelere de önerilerde bulunan Benali, kuantum bilgisayarına geçmeden önce yapılması gereken ilk şeyin çözülmek istenen problemi doğru şekilde izole etmek ve algoritmik temelde nasıl ilerlenebileceğini analiz etmek olduğunu belirtti.
Anouar Benali, kuantum teknolojilerinin sağlık ve malzeme bilimi gibi alanlarda büyük potansiyel taşıdığına şu sözlerle dikkat çekti: “Kuantum düzeyindeki yenilikler, gerçekçi ekonomik laboratuvarların simülasyonunu mümkün kılacak. Bu noktada sağlık sektörü, en öncelikli uygulama alanlarından biri olarak öne çıkıyor.”
Mardin Adliyesi’nden Nijer’e temiz su desteği
Mardin Adliyesi personelinin başlattığı sosyal sorumluluk projesi kapsamında toplanan bağışlarla, Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Nijer’de Türk Kızılay aracılığıyla içme suyu kuyusu açıldı. Proje sayesinde yaklaşık 5 bin kişi temiz suya kavuştu.
Mardin Cumhuriyet Başsavcısı Mustafa Akbulut’un öncülüğünde hayata geçirilen kampanyada, adliyede görevli hâkim, savcı ve personelin yanı sıra hayırseverlerin katkılarıyla yaklaşık 1 milyon 750 bin lira bağış toplandı. Toplanan yardımlarla Türk Kızılay iş birliğiyle Nijer’in başkenti Niamey’de içme suyu tesisi inşa edildi.
Yaklaşık 1 milyon 275 bin liraya mal olan su kuyusu, 10 tonluk su tankı, 10 musluk, küçük ve büyükbaş hayvanlar için yalak ile donatıldı. Güneş enerjisiyle çalışan sistem sayesinde, bölgedeki altı yerleşim yerinde yaşayan yaklaşık 5 bin kişiye 24 saat kesintisiz temiz su sağlanıyor.
Tesisin açılışı, Mardin Adalet Sarayı Başsavcı Vekili Serkan Şahbaz, hâkimler Gülsüm Şahbaz ve Gamze Kalender Akbulut ile Nijerli yerel yetkililerin katılımıyla gerçekleştirildi.
YARDIMLAR SUYLA SINIRLI KALMADI
Proje yalnızca su teminiyle sınırlı kalmadı. Bölgede yaşayan ihtiyaç sahiplerine yönelik kapsamlı yardım faaliyetleri de yürütüldü. Bu çerçevede, kesilen 4 büyükbaş hayvanın eti halka dağıtılırken, 76 küçükbaş hayvan, 100 aileye gıda kolisi ve kumanya, kadın ve çocuklara da kıyafet, şal, oyuncak ve yöresel hediyeler ulaştırıldı.
“BİR GÜNDE TÜM YARDIMLAR TOPLANDI”
Cumhuriyet Başsavcısı Akbulut, projenin ilham kaynağının, İstanbul Anadolu Adliyesi’nde görev yapan Büşra Yıldırım’ın bebeğini kaybettikten sonra Uganda’da su kuyusu açtırması olduğunu belirtti. Akbulut, bu insani çabanın kendilerini derinden etkilediğini ve benzer bir projeyi Mardin’de hayata geçirmek istediklerini söyledi.
Projeye gösterilen yoğun ilgiden duyduğu memnuniyeti dile getiren Akbulut, “Adliye personelimizin ve Mardinli hayırseverlerin desteğiyle, bir günde ihtiyaç duyulan miktardan fazla bağış toplandı. Bu beni gerçekten çok duygulandırdı. Mardin çok özel ve güzel bir şehir. Yardımseverliğin ve dayanışmanın en güzel örneğini gösterdiler. Hepsine teşekkür ediyorum” dedi.
Akbulut ayrıca, tesisin açılmasından sonra Türk Kızılay’ın 10 yıl boyunca su kuyusunun bakımını üstleneceğini belirterek, “Türk Kızılay’a da katkıları ve sürdürülebilir destekleri için ayrıca teşekkür ediyoruz.” ifadelerini kullandı.
Somali’den ”Terörsüz Türkiye” desteği
Somali Dışişleri Bakanlığı, PKK’nın kendini feshetme, Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleden vazgeçme ve silahlarını teslim etme kararını memnuniyetle karşıladığını açıkladı. Yapılan açıklamada, bu adımın bölgesel barış ve istikrar açısından olumlu ve yapıcı bir gelişme olarak değerlendirildiği ifade edildi.
Somali Dışişleri Bakanlığının açıklamasında, Türkiye’nin ulusal birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyulduğu vurgulanarak, PKK’nın kararının bölge genelinde güvenlik ortamına olumlu katkılar sunacağı belirtildi. Somali, bu sürecin kalıcı barışa zemin hazırlamasını temenni ettiğini de dile getirdi.
TÜRKİYE’NİN PKK İLE MÜDACELESİ
PKK, 1984 yılından bu yana Türkiye’ye karşı silahlı eylemler yürüttü ve bu çatışmalarda on binlerce kişi hayatını kaybetti. Türkiye, PKK’yı terör örgütü olarak tanımlarken, örgüte karşı uzun yıllardır hem yurt içinde hem de sınır ötesinde operasyonlar yürüttü. Son yıllarda örgütün zayıfladığına dikkat çeken yetkililer, bu fesih kararını Türkiye’nin kararlı mücadelesinin bir sonucu olarak değerlendiriyor.
Türkiye-Mısır arasında 2 yeni anlaşma
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Mısır Petrol ve Maden Kaynakları Bakanı Karim Badawi ve beraberindeki heyeti Ankara’da ağırladı. Görüşmelerin ardından, Türkiye ve Mısır arasında enerji alanındaki iş birliğini güçlendirecek iki önemli anlaşmaya imzalandı.
Bakanlık tarafından yapılan açıklamaya göre, iki ülke arasında hidrokarbonlar ve madencilik sektörlerinde kurumsal iş birliğini başlatacak mutabakat zaptı imzalandı. Anlaşma, petrol, doğal gaz, jeotermal enerji, hidrojen ve kritik mineraller gibi stratejik alanlarda ortak çalışmalar yapılmasını ve teknik bilgi ile uzmanlık paylaşımının artırılmasını öngörüyor.
BOTAŞ, FSRU GEMİSİYLE YURT DIŞINDA GÖREV YAPACAK
Toplantı kapsamında Türkiye adına bir ilk daha gerçekleşti. Türkiye’nin milli enerji şirketi BOTAŞ ile Mısır’ın kamu enerji şirketi EGAS arasında yapılan anlaşma ile BOTAŞ filosundaki Yüzer LNG Depolama ve Yeniden Gazlaştırma Ünitesi (FSRU), ilk kez yurt dışında dönemsel olarak görev yapacak.
Bu yeni model ile hem Türkiye’nin hem de Mısır’ın doğal gaz arz güvenliğine katkı sağlanacak. Anlaşma, enerji alanında esnek ve verimli bir kullanım anlayışını hayata geçirmeyi amaçlıyor.
TÜRKİYE-MISIR DİPLOMATİK İLİŞKİLERİNİN 100. YILINDA YENİ DÖNEM
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, yapılan bu anlaşmaların Türkiye ile Mısır arasında enerji alanında yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu vurgulayarak, iki ülke ilişkilerinin karşılıklı fayda temelinde gelişmeye devam edeceğini belirtti.
Bu yeni anlaşmanın da, Türkiye ve Mısır’ın diplomatik ilişkilerinin 100. yılında başta enerji alanında olmak üzere çeşitli alanlardaki iş birliklerini desteklemesi bekleniyor.
Zambiya’da Türk İmzası: İlk batarya depolamalı güneş enerjisi santrali için temel atıldı
Zambiya’nın Choma bölgesinde, enerji alanında tarihi bir adım atıldı. Türk enerji teknoloji firması YEO Teknoloji Enerji ve Endüstri A.Ş. ile Zambiyalı GEI Power Limited şirketinin ortaklığında hayata geçirilecek olan ülkenin ilk batarya depolamalı güneş enerjisi santrali için temel atma töreni düzenlendi.
Törene, Zambiya Ulusal Meclis Başkanı ve GEI Power Yönetim Kurulu Başkanı Nelly Mutti, Enerji Bakanı Makozo Chikote, Enformasyon ve İletişim Bakanı Cornelius Mweetwa, üst düzey devlet yetkilileri, yerel yöneticiler ve çok sayıda davetli katıldı. Türkiye’yi temsilen törende hazır bulunan Türkiye Cumhuriyeti Lusaka Büyükelçisi Hüseyin Barbaros Dicle, yaptığı konuşmada projenin sadece enerji üretimi değil, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma ve Türkiye-Zambiya ilişkileri açısından da büyük önem taşıdığını vurguladı.
Santralin 60 megawatt kurulu güce ve 20 megawatt batarya depolama kapasitesine sahip olacağı belirtildi. Aynı zamanda 2025 yılının Aralık ayında ticari faaliyete geçmesi planlanıyor. Proje tamamlandığında en az 65.000 haneye elektrik sağlanacağı, ayrıca santral sahasında 150 yerel personel istihdam edileceği de önemli detaylar arasında yer alıyor.
“TÜRKİYE, ZAMBİYA’NIN ENERJİ DÖNÜŞÜMÜNE KATKI SUNMAKTAN GURUR DUYMAKTADIR”
Büyükelçi Dicle, konuşmasında iklim değişikliğinin Zambiya’daki hidroelektrik üretimini olumsuz etkilediğine dikkat çekerek, ülkenin enerji çeşitlendirme politikaları kapsamında bu projenin hayati bir rol üstleneceğini belirtti: “Bu proje sadece teknik kapasitesiyle değil, toplumsal ve ekonomik katkısıyla da örnek teşkil edecektir. Türkiye olarak Zambiya’nın enerji hedeflerine ulaşmasına destek olmaktan gurur duyuyoruz.” dedi.
TÜRKİYE-AFRİKA ENERJİ İŞ BİRLİĞİ GÜÇLENİYOR
Proje aynı zamanda Türkiye’nin Afrika’da artan enerji yatırımlarının ve teknik iş birliklerinin somut bir örneği olarak dikkat çekiyor. YEO Power, kıta genelinde birçok başarılı enerji projesine imza atarken, yenilikçi çözümler ve sürdürülebilir finansman modelleriyle öne çıkıyor.
Çevresel etki değerlendirme ve fizibilite çalışmalarının başladığı santralin, çevre dostu teknolojilerle bölgenin enerji arz güvenliğine önemli katkılar sunması bekleniyor.
Kahveyle gelen umut: Somali’nin toplumsal direnişi
Somali, uzun yıllar süren çalkantıların ardından yeniden nefes alıyor ve kahvehaneleri bir kez daha yaşam buluyor. Eskiden Mogadişu’nun kalbi olan mekânlar, şairlerden tüccarlara kadar herkesin qaxwo (baharatlı Somali kahvesi) eşliğinde sosyalleştiği alanlardı. Ancak savaşla birlikte sokaklar sessizliğe gömüldü, kahvehaneler kapandı ve başkent uzun bir sessizliğe sürüklendi.
SADECE KAHVE DEĞİL, BİR TOPLUMSAL DİRENİŞ
Bugün güvenliğin kısmen yeniden sağlandığı Somali’de, kahvehane kültürünün canlanması sadece kafein arayışı değil; bu mekânlar, barışın ve toplumsal birlikteliğin yeniden inşa edildiği alanlara dönüştü. “Bir kahvehane sadece bir işletme değildir,” diyor Somali’nin eski Kenya büyükelçisi Mohamed Ali Nur ‘Americo’. ABD’de eğitim görmüş olan Ali’nin kahveyle bağı diplomatikten öte, aile köklerine dayanıyor. Babası Ali Nur Americo Sr, 1960’lar ve 70’lerde Mogadişu’da üç popüler kahvehaneyi işletmişti. “Çocukken tatillerde ailemizin kahvehanelerinde çalışırdım,” diyor Ali. “Topluluğun ritmini, hizmetin önemini öğrenmiştim. Şimdi gençlerin bu kafelerde oturup geleceğini planladığını görmek çok duygulandırıcı.”
YENİDEN ŞEKİLLENEN KÜLTÜR
Somali kültüründe sosyal bağlar, tatlı ve sütlü çay eşliğinde uzun sohbetlerle kurulurdu. Fadhi ku dirir (otur ve tartış) geleneği, şimdi Mogadişu’nun KM4, Taleh ve Liido Plajı gibi bölgelerinde açılan modern kafelerde yaşam buluyor. Geri dönen diaspora üyeleri, kafe tasarımı, menü çeşitliliği ve atmosfer konularında yeni fikirlerle bu dönüşüme katkı sağlıyor.Kadınlara iş imkanı sunan, eğitim ve mentorluk programları düzenleyen yeni nesil kafeler, hem ekonomik hem de sosyal anlamda umut vadediyor.
2019’da Najib Abdullahi ve Amal Diriye tarafından kurulan Beydan Coffee, Somali’nin kahve rönesansında öncü rol oynuyor. Nakit ödemesiz sistemler, Kenya’daki kahve çiftliklerine düzenlenen eğitim gezileri ve kadın çalışan oranını %30’un üzerine çıkaran uygulamalarıyla dikkat çekiyor. “Bizden önce bu sektörde hiç kadın yoktu,” diyor Abdullahi. “Şimdi liderlik pozisyonlarında bile kadınlar var.”
SOMALİ’NİN TOPLUMSAL DOKUSU
Mogadişu’daki kafeler artık yalnızca içecek sunan işletmeler değil; aynı zamanda parlamento, sınıf ve fikir kuluçka merkezi işlevi görüyor. Geceleri yapılan beyin fırtınaları girişim hayallerini besliyor, ortaklıklar bir fincan kahve eşliğinde kuruluyor. “Bu alanlar, yeni Somali’nin sosyal dokusu haline geldi,” diyor akademisyen İbrahim Mukhtar. “Gençler siyaset, ekonomi ve daha iyi bir gelecek üzerine tartışıyor.”
Yüksek genç işsizliğiyle boğuşan Somali’de kahvehane sektörü, düşük maliyetli yatırım ve hızlı iş gücü oluşturma potansiyeliyle öne çıkıyor. Ayrıca kahve, verimliliği düşüren ve hane gelirini tüketen khat bitkisinin yerine geçmeye başlıyor. Mogadişu Kahve Festivali gibi etkinlikler, Somali’nin kahve kültürünü dünyaya tanıtmayı amaçlıyor. “Artık Somali kahvesi küresel ölçekte tanınıyor,” diyor Abdullahi. “Sadece kahve satmıyoruz; Somali kültürünü ihraç ediyoruz.”
Kahire Büyükelçisi ÖSYM Başkanı ile bir araya geldi
Kahire’deki Türkiye Büyükelçiliği’nde yapılan görüşmede, Büyükelçi Şen, Mısırlı öğrencilerin Türk üniversitelerinde eğitim görmelerine yönelik tanıtım ve iş birliği imkanlarını ele aldı. Görüşmede iki ülke arasında eğitim alanındaki ilişkilerin güçlendirilmesi hedefi vurgulandı.
“YÜKSEKÖĞRETİMDE ULUSLARARASILAŞMA STRATEJİSİ UYGULANIYOR”
Görüşmede konuşan ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Bayram Ali Ersoy, Türkiye’deki yükseköğretim sisteminin uluslararasılaşma stratejisi doğrultusunda şekillendiğini ve bu strateji kapsamında Mısırlı öğrencileri Türkiye’deki üniversitelerde eğitim almaya davet ettiklerini belirtti. Büyükelçi Salih Mutlu Şen ise Mısır’ın genç nüfusu, Türkiye ile olan kültürel ve toplumsal bağları ile benzerliklerine dikkat çekerek, akademik olarak başarılı ve yetenekli Mısırlı gençlerin Türk üniversitelerine büyük ilgi gösterdiğini ve Türkiye’nin yükseköğretim standartlarını takdir ettiğini ifade etti.
Zimbabve’nin babası: Joshua Nkomo
Joshua Nkomo, Zimbabve’nin bağımsızlık mücadelesinin merkezindeki isimlerden biri ve ülkenin siyasi tarihinde kurucu bir lider olarak öne çıkıyor. 19 Haziran 1917’de Matabeleland bölgesindeki Semokwe’de doğan Nkomo, Kalanga etnik grubuna mensuptu. Bir vaizin oğlu olarak dini ve disiplinli bir ortamda büyüdü. Misyoner okullarında eğitim gördükten sonra Güney Afrika’daki Adams Koleji’nde sosyal hizmet eğitimi aldı. Johannesburg’daki Jan Hofmeyr Okulu’ndan Sosyal Hizmet alanında lisans derecesi aldı ve burada Afrikalı milliyetçi hareketlerle tanışarak siyasi bilincini geliştirdi.
SİYASİ LİDERLİĞE YÜKSELİŞİ VE ZAPU’NUN KURULUŞU
1957 yılında Güney Rodezya Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) başkanı olarak siyasi arenada öne çıktı. Bu oluşum, sömürge yönetimine ve ırk ayrımcılığına karşı Afrikalı milliyetçileri birleştiren önemli bir platformdu. Ancak ANC’nin 1961’de yasaklanmasının ardından, Nkomo Zimbabve Afrika Halk Birliği’ni (ZAPU) kurdu. Lideri olarak beyaz azınlık yönetimine karşı çoğunluk halkın yönetimini savundu. Başlangıçta barışçıl müzakereleri tercih eden Nkomo, sömürge yönetiminin uzlaşmaz tavrı karşısında silahlı direnişi desteklemeye başladı. ZAPU’nun askeri kanadı olan Zimbabve Halk Devrim Ordusu (ZIPRA), Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerden destek aldı ve Zimbabve’de faaliyet gösterdi.
SİYASİ BÖLÜNMELER VE MÜCADELE YILLARI
Milliyetçi hareket, zamanla ideolojik ve etnik temelli anlaşmazlıklar nedeniyle bölündü. 1963 yılında Robert Mugabe, ZAPU’dan ayrılarak Zimbabwe Afrika Ulusal Birliği’ni (ZANU) kurdu. ZAPU’nun ZIPRA’sı ile ZANU’nun askeri kanadı ZANLA, bağımsız hareket etmekle kalmayıp zaman zaman çatışmaya da girdiler. Tüm bu karmaşaya, Nkomo’nun sürgünler, hapisler ve siyasi baskılarla dolu mücadelesi eşlik etti. Buna rağmen, farklı milliyetçi grupları bir araya getirme çabalarından vazgeçmedi.
1983-1987 yılları arasında hükümet, Matabeleland bölgesinde “isyancılara karşı” başlattığı ve Gukurahundi olarak bilinen askeri operasyonla binlerce Ndebele sivilin ölümüne yol açtı. ZAPU’nun güçlü olduğu bu bölgede Nkomo, darbe planlamakla suçlandı ve ülkeyi terk etti. Daha sonra geri dönerek barış görüşmeleri yürüttü. 1987 yılında Mugabe ile imzaladığı Birlik Anlaşması sonucunda ZAPU ile ZANU birleşerek Zimbabwe Afrika Ulusal Birliği – Yurtsever Cephe’yi (ZANU-PF) oluşturdu. Bu birleşmenin ardından Nkomo, ülkenin iki başkan yardımcısından biri olarak atandı ve ölümüne kadar bu görevi sürdürdü.
“ZİMBABVE’NİN BABASI” OLARAK ANILAN BİR MİRAS
Joshua Nkomo, uzun süren bir hastalığın ardından 1 Temmuz 1999’da hayatını kaybetti. “Father Zimbabwe” (Zimbabve’nin Babası) unvanıyla anılan Nkomo, bağımsızlık mücadelesi ve ulusal birlik adına verdiği katkılarla bir ulusal kahraman olarak hafızalara kazındı. Siyasi rekabetlere ve zorluklara rağmen, onun mirası uzlaşma, direniş ve halkı için verdiği mücadeleyle şekillendi. 1984 yılında yayımlanan otobiyografisi The Story of My Life, bu uzun yolculuğun güçlü bir tanıklığı olarak önemini koruyor.
Güney Sudan’da kadınlar söz hakkı istiyor
Perşembe günü düzenlenen bir forumda konuşan Güney Sudanlı milletvekili Vicky Nyanut Mawien, kadınların savaş ve barış konularında süregelen dışlanmasını eleştirdi. “Kadınlar olarak her seferinde, planlamadığımız savaşlarla altüst olan hayatlara uyanıyoruz. Aileleri yeniden inşa eden, ölüleri toprağa veren, yerinden edilenlere bakan biziz ama bu krizleri yaratan karar masalarında yer almıyoruz” dedi.
KADINLAR VE ÇOCUKLAR EN BÜYÜK ZARARI GÖRÜYOR
Güney Sudan Halk Savunma Güçleri (SSPDF) ile SPLA-IO’ya bağlı muhalif savaşçılar arasında yeniden başlayan çatışmalar, büyük bir insani felaketin kapıda olduğuna dair korkuları artırıyor. İnsan hakları grupları, sivillerin, özellikle de kadın ve çocukların, silahlı baskınlar ve hava saldırıları nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kaldığını bildiriyor. Üst Nil eyaletinden Dr. Pal Chol, sivillerin sığındığı köylerin bombalanmasını kınayarak, “Bu insanlar savaşçı değil; anneler, çocuklar, yaşlılar. Onlara yönelik saldırılar hem adaletsiz hem de yasadışıdır” açıklamasında bulundu.
KADINLARIN DAHİL OLMADIĞI BİR BARIŞ, KALICI OLAMAZ
Kadın liderler ve sivil toplum kuruluşları, sadece çatışma sırasında korunmak değil, aynı zamanda çözüm süreçlerinde de yer almak istiyor. Kadınların deneyimlerinin ve ihtiyaçlarının barış anlaşmaları, insani yardım ve reform süreçlerinde dikkate alınmaması, kalıcı çözüm ihtimalini zayıflatıyor. Aktivistler, cinsiyete dayalı şiddetin artışı, sağlık hizmetlerine sınırlı erişim ve yerinden edilmenin yarattığı travmanın, barış süreçlerinde kadın temsilinin eksikliğinden beslendiğini savunuyor. “Kadınlar sadece kurban değiliz,” diyen Jonglei Eyaleti’nden bir kadın aktivist, “Biz barış inşa eden, bakım veren ve liderlik eden kişileriz. Biz olmadan kalıcı bir barış mümkün değil” ifadelerini kullandı. Gerilimin tırmanmasıyla birlikte, insan hakları grupları ayrım gözetmeyen saldırıların durdurulmasını ve olası savaş suçlarına karşı uluslararası denetimin güçlendirilmesini talep ediyor.
Nuer halkı: Güney Sudan’ın tarihsel belkemiği
Nuerler, Güney Sudan’ın en büyük etnik gruplarından biri olup ağırlıklı olarak Büyük Yukarı Nil bölgesinde yaşamaktadır. Zengin pastoralist gelenekleri, sığır merkezli ekonomileri ve derin kültürel miraslarıyla bilinen Nuer halkı, ülkenin toplumsal ve siyasi yapısında tarihsel olarak merkezi bir rol oynamıştır.
BAĞIMSIZLIKTAN İÇ SAVAŞA: ETNİK GERİLİMİN YÜKSELİŞİ
Güney Sudan’ın 2011’de bağımsızlığını kazanmasının ardından Nuer topluluğu, etnik gerginlikler ve şiddet olaylarıyla şekillenen ulusal bir krizin merkezine yerleşti. Aralık 2013’te, Devlet Başkanı Salva Kiir (Dinka) ile eski Devlet Başkan Yardımcısı Riek Machar (Nuer) arasında patlak veren siyasi anlaşmazlık, kısa sürede etnik boyut kazandı. Başkent Juba’da Nuer sivillere yönelik hedefli katliamlar da dâhil olmak üzere her iki tarafta ciddi insan hakları ihlalleri yaşandı.
MİLYONLAR YERİNDEN EDİLDİ, TOPLUMSAL YARALAR DERİNLEŞTİ
Çatışmalar milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden olurken, etnik gruplar arasında derin yaralar açtı. Barış anlaşmaları imzalanmış olsa da, uygulanmaları yavaş ilerliyor ve gerginlik hâlâ kırılgan bir şekilde sürüyor. Nuer halkı ve diğer topluluklar, güvenlik eksikliği, kaynaklara sınırlı erişim ve ulusal karar alma mekanizmalarında temsil yetersizliğiyle karşı karşıya. İnsan hakları kuruluşları, çatışmanın temel nedenlerinin çözümü için hesap verebilirlik, toplumsal barış ve kapsayıcı yönetişim çağrısı yapıyor. Nuer halkı için uzun vadeli barış; yalnızca siyasi istikrardan değil, aynı zamanda adaletin sağlanmasından, toplumsal iyileşmeden ve birleşik bir Güney Sudan’da eşit fırsatların varlığından geçiyor.
Sierre Leone’de Mpox salgını büyüyor
Afrika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (Africa CDC), Sierra Leone’nin geçen hafta Afrika kıtasındaki doğrulanmış Maymun Çiçeği (mpox) virüsü vakalarının yarısından fazlasını bildirdiğini duyurdu.
Africa CDC yetkilisi Ngashi Ngongo, çevrim içi düzenlenen basın toplantısında, Sierra Leone’de bir haftada 384 doğrulanmış vaka bildirildiğini ve bu sayının kıta genelindeki toplam vakaların yüzde 50,7’sini oluşturduğunu belirtti.
SİERRA LOENE’DEKİ SALGIN KITADAKİ YAYILMAYI KÖRÜKLÜYOR
Ngongo, sadece bir hafta içinde doğrulanmış vakalarda yüzde 63’lük bir artış yaşandığını ve Sierra Leone’nin Afrika’daki salgını körüklediğini ifade etti. Ülkede Ocak ayında “halk sağlığı acil durumu” ilan edildiğini hatırlatan Ngongo, mevcut durumun kontrol altına alınması için daha fazla kaynak gerektiğini vurguladı.
SAĞLIK SİSTEMİ YETERSİZ
Ngongo, Sierra Leone’deki en büyük sorunlardan birinin yetersiz finansman olduğunu belirterek, temaslı takibi ve laboratuvar kapasitesinin acilen geliştirilmesi gerektiğini söyledi. Ülkede yalnızca 60 yataklı Maymun çiçeği tedavi merkezi bulunduğuna dikkat çeken Ngongo; “Aktif vaka sayısı 800 civarında. Bu nedenle pek çok hasta evlerinde tedavi edilmek zorunda kalıyor.” dedi.
AŞILAMA ÇALIŞMALARI DEVAM EDİYOR
Sierra Leone, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve ortaklarından temin ettiği 61 bin 300 doz Maymun Çiçeği aşısını geçen ay uygulamaya başlamıştı. Aşılar öncelikli olarak sağlık çalışanları, yüksek risk altındaki bireyler ve 12 yaş üzerindeki çocuklara uygulanıyor.
BULAŞMA YOLLARI VE BELİRTİLER
Maymun Çiçeği virüsü; fareler, sincaplar gibi kemirgen hayvanlardan veya enfekte bireylerden bulaşabiliyor. Virüs, döküntülere temas, bu döküntülerin bulaştığı eşyaların kullanımı ve vücut sıvılarıyla temas yoluyla yayılıyor. Virüsün bulaştıktan sonra 5 ila 21 gün içinde ortaya çıkan belirtiler arasında yüksek ateş, baş, sırt ve kas ağrısı, lenf bezi şişliği, yorgunluk, üşüme, titreme ve ciltte su çiçeğine benzer kabarcıklar yer alıyor.
Özel bir tedavi yöntemi bulunmayan hastalık, antiviral ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılıyor. Son verilere göre ise virüs Afrika’nın 23 ülkesinde görülmüş durumda. Vakaların büyük bölümü hastalığı hafif geçiriyor ve birkaç hafta içinde iyileşiyor. Fakat geç müdahale ve aşılamanın yavaş ilerlemesi hastalık kaynaklı ölüm riskini arttırıyor.